Adil-i Mutlak
Zamanın ömrüme henüz bu denli yaş katmadığı günlerin birinde Güney Amerika ülkelerinden Kolombiya ile ilgili bir belgeselde anlatımı yapan sunucu dikkatimi celbeden farklı bir söz söyledi. Yüzüme tebessüm resmi çizdirirken aklımı diyar diyar gezdiren bir cümle kurulmuştu. Tohumu yıllar evvel nerede ve nasıl atıldığını bilmediğim bir mevzunun çiçeği açıyordu.
“Tanrı bu ülkeyi doğal güzellikleri bakımından dünyadaki tüm ülkelerden güzel yaratmış. Sonrasında diğer ülkelere haksızlık olmaması adına yeryüzündeki tüm suç üreten kullarını önce buraya göndermiş”…
Belgeseldeki yorumun doğru ya da eksikleri ile ilgili bölümü yazıyı birlikte oluşturduğumuz değerli okurlarıma bırakıyorum. Benim ilgilendiğim kısım ise “haksızlık olmaması adına” bölümü…
Sayılı soluklarımızı sahibine sunduğumuz değerli her zaman diliminde, Yüce yaratıcıya elinden geldiğince kulluk yapanlardan, varlığını reddedenlere, rızasını kazanma istikametinde emek verenlerden, bile bile O’nun(cc) kullarına zulüm edenlere… Daha birçoğu suna denk geldiğimizde bir şekilde dillerinde var olan belki de tek ortak payda...
Haksızlık etmemek, Adil davranmak…
Peki, neredeyse tüm insanlığın eteklerinde gezindiği bu dağın zirvesine çıkılma ihtimali var mıydı? Dünyada adalet tesis ve de temin edilebilir miydi?
Ötesinde, ilahi adalet sistemi, ilmi olarak inandığımız ahiret yaşamından evvel berzah yolculuğunda ve de hepsinin ekeneği olan dünya da nasıl işliyordu. Tek yumurtada büyüyen kardeşlerin dahi farklı olduğu sistemde milyarlarca farklılıkta insanlar…
Farklı özellikleri, farklı imkânları…
Sistem adaletsizlik üzerine mi var oluyordu?
Istırap, çile ve karanlık dönemlerin muhterem şairi Mehmet Akif’in
Ya Rabb bu uğursuz gecenin yok mu sabahı
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı
Dizeleri ile adeta inlediği şiirinin devam ettiği satırlarda içindeki fırtınalara engel olamadığı
İslâm ayakaltında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlahi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Sözleri ile de görüyoruz ki meselelere sadece gözleri ile bakmayan her bir can, her bir nefis emanetçisi, misafir olduğu bu diyarlarda kendisini bir kenara ayırsa dahi sıkıntı, dert, tasa, keder, sorun, problem, çekmek zo-run-da…
Devam eden şiirin son kısmında ise kaderin çizgilerini var eden kaza mevzuuna karşı dikkatli duruşunu tanıdığımız yazar ile ilgili bir şok yaşıyoruz adeta…
Zihninin oluşturduğu dizeleri kalemi kaç defa da yazabildi, yazdıktan sonra kaç defa sildi yahut yok etti bilemiyoruz elbette. Epey müddet sonra bir kitapta okuduğum ise yazdıktan çok sonraları bu kısmını paylaştığı.
Belli ki kendisi ile çok mücadele vermiş hazret. İnanıyorum ki ardından gelenler adına bir manada sınırın üst çizgisini belirleme adına paylaşmış sözleri. Yoksa bu günlerde bizlerin dahi okurken taşikardilere sebep olan bu sözleri Mehmet Akif’in rahatlıkla söyleyebileceğini düşünmek basitlik olacaktır…
İslam’ı elinden tutacak kaldıracak yok
Na-hak yere feryat ediyor: Âcize Hak yok…
Yetmez mi Musab olduğumuz bunca de vahi!
Ağzım kurusun yok musun ey Adli ilahi…
…
Hikâyeler, ömür bahçemizde yetişen çiçeklerin polenlerinden özüt almak için gelen çalışkan arıların etkisi ile titreşen taç yapraklarda osmofor denen koku üreten hormonların işlerini yapmasıdır…
Yani sıkıntıların fiziksel olarak gözükmeden midemizde kramplara yol açtığı, yutağımızda yumru oluşturduğu demlerde bizlere soluk aldırmasıdır…
Bu esenliği duymanın evvelinde çoğu defa ürkeriz. Zira yaklaşan bir arı vardır. Ve hikmetini anlayanın az olduğu üzere arılar yaklaştığı herkesin kalp atışlarına yeni bir ritim daha kazandırır. Gelir, konar, bizlerde var olan poleni alır ve özütü bahçemizin çiçeklerinden olan balını nakşeder. Bu bal belki bir başka diyarda, bir başka âlemde bambaşka bir evrende bizden bir zerrecik taşır…
Endokrin sistemimizi bir anda harekete geçirerek rengimizi dahi değiştirebilen bu küçücük canlı, görevini yapmış olur. Bahçe sahipleri bu duruma genelde iki türlü bakar.
İlk olarak korkanlar ve uzak durulması gerektiğini düşünenlerdir. Geldiği için tedirgin ve telaşlı gittiği için rahatlamış ve artık huzurlu… Fakat o küçük canlı öylesine etki etmiştir ki benliğine yukarıda zikrettiğimiz iki kelimenin haricinde hiçbir koku almaz herhangi bir his yaşamaz… “O küçük canavar geldikçe tedirgin, gittikçe huzurlu oluyorum” diye terennüm eder durur…
İkinci grup ise azınlığı temsil eder. Bir gün belki miras olarak belki bir başka şekilde teslim edeceği bu bahçenin ardından gideceği o bilinmez diyarlara gönderdiği özütleri görmenin hayalini kurar. Küçücük bir arının vesile olduğu şeylere imrenir. Bahçesini, çiçeklerini düşünür. Gelebilecek arıları hayal eder. Alacakları özütleri hisseder. Gelen her bir arı tanesi için değil sadece bahçesini kalbini açmak ister…
Birkaç sefer sonrası gelen arıların ardından tarif edemediği o müthiş rayihayı duyumsar. Her defasında bir başkası der durur. Bahçesinin değerini anlama yoluna girer. Binlerce farklı çiçekten binlerce farklı ıtır ile huzur yolunda arılar arasında gezer durur. Değil arılardan korkup kaçmak, onların yokluğu hissi ile uykuları kaçar…
Kimilerinin “aman uzak durun, sakın yaklaşmayın, o tarafa geçmeyin, selam vermeyin” dediği arılara karşı bir muhabbet duyar…
Kendisine bahçesinde duyurulan ıtır ile çoğu defa kendinden geçerken, hayalini kurduğu zerrelerden teşekkül balhaneyi dahi unutur…
İnsanlar gibi onlara sunulan bahçeler de farklıdır elbet…
Çoğunun ki birbirine benzerken bazıları daha küçük, bazıları çiçek yerine taşlar ile kaplı olur…
Peki ama neden?
Peki nerede kaldı adalet?
Nedir bu bahçedeki ıtır?
Balhaneye gönderilen özüt?
…
Hikaye bu ya, bahçe ömrümüzde emanet edilen bedenimizdir elbet. Kimilerini korkutan kimilerini güzel rayihalar ile sermest eden arılar ise kısa ömrü anlamlı hale getiren imtihanlardır. Gönderilen özüt, ebedi yaşam alanı olan ahiret yurdu birikimlerimizdir. Bazı bahçelerin taşlı, bazılarının küçük olması kısa ömrümüzde eksiklik olarak adlandırıldığı için ‘engel’ diye bilinen yürek burkan ebedi hayat adına kazanılmış miraslardır.
Şöyle ki; dünyada bahçemizin kısıtlı olması mukabilinde ahirette sonu bal olacak özütlerimiz bizleri beklemektedir…
Öyle ki; Ahirette bu durumu gören çoğu bahçe sahipleri “keşke dünyada bizim bahçemizde taş kaplı olsaydı” sözlerini nasıl uygun kelimeler ile söyleyebilirim gayretinde olacaklardır…
Arıların güzel rayihasını almaya başlamak, fani ömrü yaşanılacak kılan en kolay yoldur…
Gelen her şeyin gönderenini tanıdıktan sonra, korkulacak bir şeyin de kalmadığına vakıf olur kişi…
Kendi beyanlarında “rahmetim azabımın önüne geçmiştir” sözleri ile bize kendini anlatan Rabbi Rahimimizin bizler adına vereceği en ağır hüküm bizlere adaleti ile hükmetmesidir…
Adili mutlak olanın adaleti ile muamele de bulunması ötelerde en son istenilecek durumdur…
Cennet mekan şairimize zikrettiğimiz sözlerini henüz birinci cihan harbi olmamışken söyleten hisler, aynı şiiri yazmadan birkaç ay öncesinde yine kendisi tarafından kaleme aldığı bir başka şiirinde peşinen cevaplandırılmış zaten…
Sus ey divane! Durmaz kainatın seyri mutadı
…
…
…
Ne yaptın? “Leyse lil insani illa ma sea” vardı
(insana ancak çalıştığının karşılığı vardır) Necm-39