Asırların Değiştiremediği Kimseler
Evrenimizin yaşı ile ilgili iddia edilen teorilerde 13,7 milyar gibi tahayyül üstü bir rakam çıkmaktadır. Odağımızı yıldızımız Güneş’e yönlendirince 4,6 milyar gibi birbirlerine yakın gibi görünen insan ömrü ile mukayese edildiğinde acayip denilecek rakamlar birbiri ardına adım atmaktadır.
İnsanlığın başlangıcı ile ilgili kalıntılar incelendiğinde ise bu defa tarihler homo erectuslardan homo sapienslere devam ederken önümüze 300 bin yıllık bir miras çıkmaktadır.
Bizleri bu hafta bir araya getiren kelimelerin yelkenine rüzgar sunacak konumuz ise, geçip giden zaman içerisindeki benzer ya da aynı olan tarihi tekrarlar.
“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün soğuk koridorlarından, karanlık dehlizlerine ilerlediğimizde en can yakıcı, olmaz olası mirasların bulunduğu zindanlarda elbette ki her biri kendi köşesinde bağdaş kurmuş farklılıklar yine kendini göstermekte…
İlahi bir bakış açısı ile hikmetini algılamaya çalıştığımız olaylar arasında benzerlikler ile farklılıklar, birbirine paralel yollarda aynı hedefe yürüyen tek yumurta ikizleri gibi…
İlk insan Hz Âdem peygamber ile başlayan yürüyüş günümüzde halen devam etmekte…
Kimisinin önündeki yokuş, yolunu zor kılan engel, net tabiri ile imtihanı varlık iken, bir başkasının ki yokluk…
Üzerine fazlaca konuşulmuş mevzulardan ziyade konumuz bu imtihanların tarih boyunca gösterdiği benzerlikler…
Hz Yusuf’un kardeşleri tarafından yaşamış olduğu haset, kıskançlık, öldürme teşebbüsü, ölüsüne dahi sahip çıkmama kini sadece Hz Yusuf’a özgü bir durum muydu?
Hz Yusuf sonrası doğru istikamette olduğu için kendisini en iyi tanıyanlar tarafından gadre uğratılan, kendi kurulu ama “yanlış” düzenleri bozulmaması adına öldürülmek istenen, öldü diye bir kuyu içinde bırakılan başkaları yok muydu?
Allah Resulü Hz Muhammed’in vazifesini alacağı günden çok evvelinde başlayan, kin dolu gözlerin uzağında kalma yürüyüşü değil miydi Hira adımları…
Sahte gözyaşları ile mürekkepleri bozulmuş, sonlarında “gel Ey İmam başımızda ol, bitsin bu hasret” sözleri ile gönderilen binlerce yazılmış mektup sadece peygamber torunu Hz Hüseyin için miydi?
İstediği fetvaları sunmadığı için kırbaçlar altında su yerine zehirler ile şehit edilmek sadece Ebu Hanife hazretlerinin yolunda mı bulunuyordu…
Farklılığı ortaya koyan belki de en net veri takvimlerin gösterdiği rakamlardan ibaret...
Acıdır ki çoğu defa geçmişi okuyarak “bu kadar zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, kul hakkına… İnsanlar nasıl sessiz kaldılar” sözlerini terennüm edenler de, bu sorular ile vicdanlarını tarayanlarda ne acı ki kendi devirlerinde var olanlara göz kapatan, kulaklarını üzerine uyuyanlar…
Her devirde Allah Resulü yolunda gitmeye gayret gösteren talihliler zulüm cenderelerinde ahiret adına heybelerini doldurdukları gibi, bu zümreye kin, haset ve gayz ile göz açtırmayan zevat da ebedi çukurlarına yuvarlanmaya devam etmekte…
Taraflar net, mazlum olan ebediyeti kazanma yolundakiler, zalim olan cehennem kadroluları…
Bir de bu ikisi arasındaki suskunlar…
Güçlü olana ses çıkarmadan mazlumlar için üzüldüğünü fısıldayanlar…
Mevzunun Hud suresi 113. Ayeti kerimesinde net olarak beyan edildiği “Zulm edenlere meyletmeyin…” beyanlarından öte bir ahval söz konusu…
Hz Peygamberi henüz gençlik yıllarında Hılfül Fudül birlikteliğine dahil olmasına sebep olan, yıllar sonra bu üyelik sorulduğunda “bugün olsa yine üye olurum dediği” topluluğun asıl görevi de aynı suskunlara cevaptı…
Haksızlık karşısında sessiz kalmayınız…
Zira şeytanların dilsizlerinden gayrısı bu durumda suskun olmaz…
Son nefesi zalime karşı durarak, suskunlardan uzak kalarak sahibine emanet edebilmek ümidiyle…