Beyaz Ayakkabılar 1
Tüm kardeşleri ile birlikte uykuya daldıkları zeminden birkaç basamak yükseklikte olan odalarındaydılar. Uyumak için yer yatağına yattıklarında ayrı bir huzura kapı açtıklarına inanmak isterlerdi.
Yarın, bilinmeyen, meçhul olan güzel olabilirdi. O ise çatıdan ayrılarak beton zemin ile buluşan, her defasında çıkardığı ritmik ses ile uyku evveli hülyalarına kâbus kasveti sunan su damlalarının rahatsız edici sesinden daha çok, okula giderken giyeceği bez ayakkabıları ile yapacağı yolculuğu düşünüyordu...
Ev ve dükkânların sundurmaları altında kalan mesafede yürümek gayet keyifliydi. Kafasına takılan kısım bitmeyen yol çalışmasından ötürü girmek zorunda kalacağı su birikintilerince ıslanmaktan kurtulamayan ayaklarıydı. Her teneffüs bir kalorifer dibinde ayaklarını kimseye göstermeden kurutmaya çalışmak! Anlam veremediği kötü hislere itiyordu kendisini...
Çok eski sayılmayacağı bu okulda öğretmenlerinin çoğunun kendisini tanıyor olmasına ayrı seviniyordu. Gerçi birkaç gün evvel uzunca düşünmüş bu konudan başka sevinecek bir şey aklına gelmemişti...
Neden vardı, niye yaşıyordu...
Sağlığına zarar veren maddelerin esiri olduğu için yarı hastane yarı mahpushanelerde ömür eriten bir baba, evlatları için genç yaşında kendini eriten bir anne...
Bir şeylerin olacağı o güne zamanın akıyor olmasının geçirdiği bu melankolik demlerde benliğine hükmeden kasvetin tesirini bilseydi, dersinde adeta bulunduğu dünyadan uzaklaştığını hissettiği, saygısından kıpırdamadan dinlediği, fen bilimleri öğretmeninin karşısında dahi heyecandan sırasına oturamazdı...
Ne büyük armağandı, birkaç saniye sonrasını bilememek...
En son anlattığı “gezegenler” konusundan sonra tahtaya her şeyin bir patlama ile var olup ihtimal bir başkası ile son bulacak olmasını adeta resmetmişti... Big bang diye de eklemişti...
Ardından tahtanın kenarına yazdığı o rakamlar... (31/22) Kuranı Kerim...
Yazılı sayıların ne manaya geldiğini benim yerime de Ali’nin yerine de hatta sınıftaki birçok arkadaşımızın yerine de konuşan ve konuşmayı benim yağmurlu olmayan havaları sevdiğim kadar seven Ahmet sormuştu ilk olarak...
Sonrasında evinde bu kitaptan olanlar anlamını bulmuş ve birbiri ile paylaşmışlardı...
(Zaten bütün işlerin sonu Allah’a varır...) O kitaptaki karşılığı buymuş...
Peki, tamam da Allah nedir ki?
Kimdir?
Nasıldır?
Ne yapar?
Neden bilgili olduğunu düşündüğüm kişilere bu soruyu sorduğumda genel birkaç cümleleri tekrar edip sonrada yarı kızgın bir halde “böyle şeyleri çok düşünme” sözleri ile beni gönderiyorlardı...
Herkesin çok iyi bildiği kişiyi! neden hiç kimse anlatmak istemiyordu...
Zihnini zorladığı için kaşlarını çatmasına sebep olan belleğinde henüz karşılığı olmayan sorulardı...
Okul sonrası kuruttuğu çorapları ve bez ayakkabılarını giymiş, tabanlarının inceliğinden yol üzerindeki en ince detayları ayak tabanlarında hissederek ilerliyordu.
Bütün okul dağılmış ortalık yollara kaldırımlara sığmayan trafiğin akmasına engel olan öğrencilerle dolmuştu. O sırada üst sınıflardan olduğunu bildiği sarı saçlı bir çocuğun şakalaştığı arkadaş grubundan kaçmaya çalışırken kendisine çarpması ile yürüdüğü yolda tökezlenmiş ve su birikintisine basmamak içinde kendini zorlayınca sol tarafı üzerine yere düşmüştü.
Canının acımasından mı, üzerinin kirlenmesinden mi yoksa duyduğu gülüşmelerden mi bilemiyordu. Fakat gözlerinin etrafına adeta bir perde inmiş gibiydi. Herkes kendisine gülüyor sesler kulaklarında fakat o gözleri açık olmasına rağmen kimseyi göremiyordu. İhtimal ömrü olursa torunlarına dahi anlatacağı hüzün ile utancın harmanlandığı bir anı kaydetmişti hafızasına...
İçerisine gömüldükçe çırpındığı, çırpındıkça yanlışlar silsilesinin deveranının olduğu zaman dilimlerinden, ömrünün son demlerinde baharı bulmuş büyük yazar Tolstoy’un sözleri ile hafızaları tazelediği insicam oluştu...
Güzel bir şey...
(Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir)
Unutulmayacak utanç hadisesine şükür ettirecek ve dahi sevdirecek kadar güzelliklere götürecek bir şey...