Kadirşinas Efendim Benim
Ebu Talip hanesinde uzun zamandır görülmemiş bir mutluluk vardı. Sofralarında özledikleri bir yemek, deve eti olacaktı. Son ticaretindeki bereketten hane halkıda payına düşeni öğlen sonrası yiyecekleri yemek ile alacaklardı. Anne Fatıma b. Esed hassasiyetle hazırladığı yemeğin devamı ve de dahası olması adına dualar ediyordu. Evlatların her biri elbet değerliydi. Lakin ebedîlere kadar ümmetin hayırlarla yâd edeceği yavruları henüz dünyaya şan-şeref katmamışlardı. Cafer de yoktu, Ali de…
Bir süredir ise her hal ve hareketi ile sevgisini kazanmış, kendisini saygı göstermek zorunda hissettiği bir başka armağan vardı evlerinde… Âmine ve Abdullah’ın yetimi… Dede Abdulmuttalip’in vefat ederken emanet ettiği güzellik… Şimdi bu güzelliğin amcası ile kervanlara gideceği zamana dek Fatıma b. Esed ile geçireceği zamanlar vardı. Sekiz, dokuz yaşlarında terbiyesini Rabbinden almış olan bir değerli… Öylesine hassas, öylesine düşünceli… Amca her evden çıkarken eşi Fatıma’ya “yeğenime göz kulak olasın, bildiklerini ona da öğretesin” sözlerini sarf etse de, Fatıma bir manada kendi alacağı dersler adına mutlu ve heyecanlı oluyor eşinin emanetini soluksuz izliyordu…
Bugün ise artık bamteline dokunacak bir hadise ile büsbütün O’na(sav) bağlılığı netleşecekti. Küçük zaman farklılığı olsa da neredeyse akşam yemeği vakti hep aynı vakitlerdi. Kılıç gölge boyu kendi boyunun iki katına geldiğinde yemek vakti gelmiş olurdu. Yine aynı durum vardı. Sofra hazır, özlenen ve de gözlenen et hazır fakat sofra da baş konuk yoktu. Herkes birbirine bakındı. Sordular, seslendiler… Bilen de yoktu, ses veren de… Kendisi ile en fazla zaman geçirmiş kişi, anne Fatıma mevzuyu tahmin etmiş olacak ki, yarı sert bir ses tonu ile seslendi sofra başındaki hane halkına “gidin ve Muhammed’i bulun, vallahi o olmazsa bu yemekten kimseye bir lokma verecek değilim!” İfade gayet netti. Herkes gibi kendisi de yollara düştü. Nihayet Mekke’nin bir miktar dışında otuz yıl sonra sıklıkla gideceği bir mekânda bekliyordu. Yanına gelen anneliğini gördüğü yengesi Fatma b. Esed cevabını tahmin ettiği soruyu yöneltti. “Evladım yemek vakti değil mi burada ne yapıyorsun”
Cevap, en güzel senfonilere ders verecek bir suskunluktu…
Cevabı yine Fatma b. Esed verecekti… “Dur ben söyleyeyim düşündün ki sevilen bir yemek var ve ben bu haneden değilim. Ev halkının hakkına girmeyeyim ve bizler daha fazla yiyebilelim diye geldin buraya değil mi?
Cevap, göz kapaklarının ahenkli bir vuslatı… Fatıma b. Esedin gözlerine yürüyen yaşlar…
Bu hissiyatları aktararak büyüklerine fedakârlık hissini aktardığı yaş sekiz-dokuz…
Vakadan kırk beş elli yıl sonrası… Hicret diyarı Medine’de Fatıma b. Esed vefat ediyor. Allah Resulü bizzat kendisi toprağa indiriyor ve de hayırlar getirmesi ümidi-duası ile cübbesini üzerine örtüyor.
Kendisine birkaç zaman yardımcı olduğunu düşündüğü yengezadesine bir mana da hakkını veriyor. Kendisi ile yapılan hiçbir şey adına kayıtsız kalmadığı gibi yine de kalmıyor. Zaman mefhumunun çok üzerinde olduğuna inandığımız sevgili, inanıyoruz ki bugün de kendisi adına yapılan her güzel söz, salavat ve duada karşılığını verme adına gereğini yapıyor.
Zorlu bir sınav için önümüze sunulan bu kıymetli bilgiyi hakkı ile kullanabilmek ümidiyle…