Kime "Kul" Olmalı?
Bu şehr-istanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.
(Bu İstanbul şehri eşsiz, paha biçilmez, değerdedir
Bir taşına bütün bir Acem mülkü feda olsa eşdeğerdir.)
(Nedim)
Büyük şair Nedim’in, güzel şiirini Lale devri’nde yazmadan bir asır evveli, yine Sultan 3. Ahmet’in kendisinden Tebriz şehrini istemeye gelen Fars elçisine istediği şehre mukabil sunduğu bir seng (taş parçası) olayından da bir asır evveli gerçekleşen zamanlardı…
Adını bugünlere Sultanahmet Meydanı, Sultanahmet Cami olarak takdim eylemiş kutlu mabedin yapımına vesile olan padişah…
Sultan 1. Ahmet kutlu şehir İstanbul’a bugün de her iki yakadan hayranlıkla izlenebilen bir yapıt ile ömrünü değerlendirmişti. Sırası ile görev alacak padişahlar tahta oturmuş ve nihayet mevzumuzun kahramanı 4.Murad hünkar olmuştu.
Vazife aldığı on yedi yıllık sürecin yaklaşık yarısı, yaşının küçük olması durumundan ötürü devlet tarihinde de adı sıkça anılacak olan validesi Kösem Sultan etkisiyle geçmişti. Nihayet yetki ve de etki Sultan Murat ile devam eden süreçte imparatorluğun özellikle doğu sınırı Yavuz Selim den sonraki en etkin ve net çizgilerine sahip olmuştu. Bugün halen Türkiye-İran sınırı resmeden Kasrı Şirin antlaşması dahi aynı hünkarın döneminde belirlenmişti.
Asıl mevzumuza gelecek olursak, Sultan Murat yaşadığı dönem ve şartlar çerçevesinde, getirdiği yasaklar ve sert mizacı ile ön planda olan bir padişah… Öyle ki tütün ve alkolü dahi yasaklayarak bugünlerde dahi kimileri için örnek olmaya kimileri için ise tepki almaya devam etmekte…
Sultan Murat sık sık yaptığı üzere tebdil-i kıyafet halk arasında gezmekte, vazifeli ekibini teftiş etmektedir. Olası bir olmaması gereken sahneye denk geldiğinde ise sonuç yahut çözüm hızlı ve nettir!
Lakin bu ruhu genç, bedeni yaş alan sultana da öğrenmesi gerekenler adına, ders alması adına kaderinin sunacağı armağanlar vardı.
Kullarına hediyeler dağıtan Sultan Murat’ın hediye toplama zamanıydı…
Dünyamızın güneş etrafındaki tur sayısını ifade eden takvimlerde yıllar 1634’ü gösteriyordu. Zamanın imkânları çerçevesinde Erzurum Pasinler tarafından hac görevini ifa etmek için İstanbul’a gelecek, İstanbul’dan bineceği gemi ile kutsal beldelere ulaşma planları yapan Habib baba lakaplı yaşlı zat başına gelen kimisinin aksilik dediği kendisinin hikmet aradığı vesilelerden ötürü geç kalmış ve gemiyi kaçırmıştı.
Zamanın şartlarında yaptığı günler süren yolculuk ve de sonrasında aldığı “gemi hareket etti” haberi ile evvela durur ve bir karar verir. Hem yorgunluğunu üzerinden atma hem de üzerine taht kurmuş tozdan kirden arınma adına Kocamustafapaşa’da Sümbül Efendi cami yakınındaki bir hamamın yolunu tutar.
İşler ters gidecek ya hazret hamanın kapısına tıklar lakin tellak “bugün baş vezir ile yardımcılarının hamamı kendilerine tahsis ettiğini, kesin emirleri çerçevesinde kimseyi içeri almayacakları bildirir.”
Durumu duyan Habib baba, ısrar eder. Durumunu kısaca anlatır. Yoldan geldiğini yola çıkacağını bildirir. Ahvali de gören tellak babanın haline acır ve kabul eder. Hamamın vezirler için kapatılan bölümünden farklı bir tarafta yer gösterir. Habib baba başlar arınmaya…
Derken kapı tekrar tıklar… Tellak bu defa kapıda orta yaşlarda bir başkasını bulur… Gelen zat tebdili kıyafet Sultan Murat’tır. Tellak elbette ki tanıyamaz geleni. İsteği malumdur. ”Yoldan gelirim, yola giderim çok kirlendim arınmak isterim”… Tellak “yok” der, “olmaz” der, laf anlatamaz. Nihayet kapıdaki orta yaşlı zat! Biraz evvel giren yaşlı babayı gördüğünü onun yanında bir yerde işini görebileceğini aktarır ve tellak ikna olur.
İçeri girdikten sonra etrafı gözlemleyerek usulca ilerler. Özellikle vezirlerin bulunduğu bölümden geçerken denk gelecek ya kapının da açılması ile içerideki ortamı müşahede eder. Göbek taşı üzerindeki kaplarda var olan üzümlerden, muzlara, envaı çeşit meyvelerden farklı şerbetlerin olduğu içeceklere dikkat kesilir. Önünden yürüyen tellağın uyarı ve çekmesi ile kendisini Habib babanın yanında bulur.
Muhabbet kurmak için geçen birkaç sıradan hoşamedi sonrası Habib babanın da ricası ile birbirlerinin sırtını sıra ile keselemeye başlarlar…
Babanın yorumlarını, fikirlerini merak eden Sultan Murat, kendisini medrese ehli olarak tanıtmanın ardından sırtı kendisine dönük babaya söylenir…
- Ah be baba… Sen ben medresede ilim öğrenip tahsil edelim. Halka ve de Hakka hizmet edelim diyeceğimize keşke sultana vezir olsaymışız… Az evvel buraya gelirken kapıları açıldı da sofralarını, ortamlarını gördüm. Neler vardı neler… Bizim zorla girdiğimiz hamamı gönüllerince kapatmışlar biz ise şu daracık yerde ancak yer bulabildik…
Evvela uzunca susmuş Habib baba… Sonrasında kese yapma sırası da kendisine gelince yüzüne bakmadan başlamış konuşmaya
“ ah be evladım, ne çıkar o sultana vezir olsan… Sen öyle bir sultana değil vezir kul olmaya gayret eyle ki, vezirlerinin bile titrediği o sultana senin nasırlı yaralı sırtını keseletsin… Hem de o vezirleri ile aynı hamamda…”
…
…
…
Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultân olmayan.