Mor Bulutlu Tarihimiz
Üzerinde olumlu olumsuz hatıralar bıraktığımız gezegenimizin belki de en eski topluluklarından biri olan Türkler, dünya tarihi, medeniyet tarihi, kültür tarihi, sosyoloji tarihi ve birçok alanda kendisine yer bulmuştur.
Mevzu çoğu defa yer bulmaktan öte başrol olma pozisyonuna kadar ilerlemiştir. Miladi tarih 751 yılında vücut bulan Talas savaşını gösterdiği zamana kadar Gök Tengri ile olan inanış, bu tarihten itibaren İslamiyet ve Allah’u Teâla inancı ile devam etmiştir.
İnanış biçimindeki yer yer var olan cevapsız soruları islam dini ile gidermiş olmanın da maneviyatıyla adeta coşmuş kısa zamanda halifenin koruyucusu haline kadar gelmiştir.
Lakin Aliya İzzetbegoviç’inde (merhum) zikrettiği gibi “İslamiyet güzel fakat Müslümanlar islamın neresinde?” sorusu kendisini her devirde birkaç defa bayraklaştırarak cevabını aramış durmuştur…
İslam dininde büyük günahlardan olan tekebbür yani kibirlenmek, kültürde bir gereklilik olarak yerini almış ve sahip olunan gücün adeta gösterilme biçimi olmuştur…
Hz Peygamberin hayatlarını nakşeden siyer ilmine göz gezdirdiğimizde el öpme ve de el öptürme tek bir vakanın dışında karşımıza çıkmazken, Türk kültüründe en temel biat, kabullenme, boyun eğme belirteci olarak el öpmeyi simge edinmiştir…
Özetle sonlandıracak olursak, pusulamızı islam dini ile var ettiğimizde medeniyet olarak refah ve huzur ile güneşi dahi aydınlatmış, pusulamız şaştığında ise geceyi korkutan mor bulutları dahi karartmış, şeytanların dahi korktuğu bir ahvale bürünmüşüz…
Örnekleri tarih kitaplarında dahi üstü kapalı anlatılan mevzularda, yüzümüzü eğecek, keyfimizi kaçıracak konular ekseriyetle var ile yok arasında zikredilmiştir.
Günümüzde dahi tarihi yazanlar, gücü elinde bulunduran ve muktedir olanlardır. Tarih boyunca örneği çöllerde var olan çiçek sayısını geçmemiştir ki, yanlış yaptıkları, zulüm ettikleri, hatalı davrandıkları bölümleri kaleme alsınlar, hataları ile yüzleşsinler. Durum böyle olunca tarih kitaplarında efsanelerden, galibiyetlerden, kaybedilen savaşlarda dahi var olan destansı mücadelelerden olayın gerçek yüzü ikinci plana atılmıştır…
Küçük bir çerçevede karanlık geçmişimize ışık tutmaya çalışırsak, Hz Peygamberin torunlarını ardında namaz kıldıktan sonra öldürüldüğü olay olan Kerbela’da islam tarihinin acı gerçeklerindendir. Hele ki bu olaydan birkaç yıl sonra var olan üç yüz sahabenin şehit edildiği, yüzlerce sahabe annemizin namusuna dokunulduğu, bu olayların tamamının Peygamber şehrinde yapıldığı Harre olayı çok daha can yakıcıdır. Heyhat Medine bu tarz zulm ve hareketlere çok evvelden Hz Osman’ın şehadeti ile istemeyerek de olsa tarihinde yer vermiştir. Peygamber damadı ve de aşere-i mübeşşereden olan değerli halife, isyancılar tarafından katledilmiş. Medine’nin tek mezarlığı olan Cennet-ül Baki’de dahi kendine yer verilmemiştir. İsyancılar kendisini hain olarak gördüğü için evinin bulunduğu bölge hainler mezarlığı olarak belirlenmiş ve bu alana hain olarak nitelendirdikleri kişilerin defnedilmesine müsaade etmişlerdir.
Eşkıya sokağa hakim olmuş. Masumu hain, zalimi kurtarıcı olarak resmetmiş inanmayanları ise hainler safında yazarak katletmiştir.
Mevzu islam tarihinde de sonrasında tekrar edip durmuştur.
Acı hatıralarla heybesini doldurmuş tarihimizin bir kaçını ibret almak amaçlı zikredecek olursak, bugün Müslümanlara neyi nasıl yapacaklarını öğretmek amaçlı bir ömür vakfetmiş İmam-ı Azam Ebu Hanife. Yaşadığı her dönemde çileler ile yoğrulmuş, zalime biat etmesi için zorlanmış, para ve farklı vaatler ile satın alınmaya çalışılmış, finalde bunların hiç birinin fayda vermeyeceği anlaşılınca şehit edilmiştir. Yaşadığı zorlukları simgeleyen bir sözdür ki “ sultanın sofrasına oturan alimin fetvasına itibar edilmez” sözü ile pusulalarımıza balans yapmıştır…
Yine O’nun zamanında Kerbela vakasından sağ kurtulan Hz Hüseyin’in evladı Zeyd(ra), Emevi halifesine karşı yaptığı kıyamda şehit olunca yakınları tarafından defnedilmişti. Fakat ortada yırtıcılıkta sırtlanları geçen bir topluluk vardı. Evvela emevi komutan Yusuf b. Ömer’in emri ile mezarından çıkardılar. Sonrasında meydanlık alanda büyükçe bir nümayiş ile astılar. Giderilemeyen bir kin verilmesi gereken bir gözdağı uğruna asılmış ölü bedeni topluluk içinde darağacından indirip yaktılar…
Her birini de kendilerince din adına yapıyorlardı…
Birkaç yüzyıl sonra, yapmış olduğu cürümler var olsa dahi, Serez meydanında ailesinin gözleri önünde üryan bir halde asılan ve de ölmesine rağmen indirilmeden üzerine karanlık çöküp tekrar güneşin selam vermesi gerektiği söylenen Şeyh Bedrettin de tarihimizin bulutları arasında kalmış dehlizlerindendi…
Yine bizim tarihimizdir ki; 27 Mayısta var olan ihtilali bayram olarak kabul etmiş. Yirmi yıla yakın bu günü bayram olarak kutlamıştır…
Herkesin kıyameti nefes sayısı sonra erince kopacaktır. Herkesin tarihide kendi kaderi ve o kaderi yaşarken başına gelen kazalarda takındığı tavırdır.
Dünya hayatının sonsuz imtihanlarla çevrili olduğu bir hengâmede, boynumuzu eğecek, eğdirecek, ardımızdan gelecek olan neslimizi utandıracak her durum ve hareketten uzak olmak ümidiyle…
Kaleminize sağlık hocam.
Kaleminize sağlık..